Günlerdir İran’ın İsrail’e bir misilleme saldırısı yapacağı konuşulmasına rağmen beklenen saldırı gerçekleştiği anda ciddi bir korkuya kapıldık hepimiz. Ne kadar hazır olunursa olunsun bu tür bir saldırının zaten gergin olan bölgede ciddi bir kıvılcıma dönüşebileceği korkusuydu duyduğumuz. Ne mutlu ki olmadı. Şimdilik.
Bir kaç saat sürmesine rağmen kelimenin tam anlamıyla tüm dünya ayağa kalktı neredeyse. ABD, İngiltere, Fransa da soruna dahil olunca, yıllar önce Irak’a yapılan çullanmanın bir benzerinin İran’a da yapılacağı beklentisine bile girdik. Sabaha karşı kriz duruldu, İsrail’in ne yapacağı konuşulmaya başlandı şimdi de. Yani olan bitenin korkusunu çekmek bize düştü.
Siz ne dersin bilmem, ama bu kaostan iki ülke, yani İsrail ile İran son derece karlı çıktı. İkisinin de yararına bir kriz yaşandı dün gece. Öncelikle İsrail ya da Başbakan Binyamin Netanyahu, artık vahşete dönüşen Gazze operasyonu nedeniyle karşı karşıya kaldığı baskılar karşısında “saldırıya uğrayan bir ülke” olarak argüman kullanma şansına kavuştu. Dün geceden beri ne Gazze’de katledilenleri, ne de hedef alınarak öldürülen o masum yedi yardım görevlisini konuşuyoruz. İsrail’in bundan memnun olmadığı söylenebilir mi?
İsrail’e silah satan batı ülkelerinin kamuoylarının bu satışın durdurulması konusundaki baskıları söz konusu hükümetleri son derece ciddi olarak sarsmıştı. Şimdi bu ülkeler İsrail’in silahlanmasına katkıda bulunmalarının gerekçesi olarak İran saldırısını gösterecek. Hükümetlere doğru olmayan bir gerekçe yaratmış oldu İran saldırısı. Batıda “silah satışını durdurun” talebi, şimdi “savaşa hayır” talebine dönüştü yeniden. Bu ciddi bir gerilemedir.
Kaosun İran açısından da yararlı tarafları var. Mahsa Amini’nin ölümünden bu yana zaman zaman çok şiddetlenen protestolar, hayat pahalılığı başta olmak üzere rejimin uygulamalarına yönelik gösteriler, “İsrail’e saldırdığı için hedef haline gelmiş” bir İran’da eskisi kadar yoğun olmayacak, en azından bir süre, duracak. Malum “dış tehdit”in “milli birlik” sağlamada inanılmaz bir etkisi var.
Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesine ciddi bir karşılık veremeyen İran, en son ikisi general yedi askerinin İsrail tarafından öldürülmesine sessiz kalamazdı. Zaten toplumda sevilmeyen mollalar rejimi halk desteğini iyice yitirebilirdi. İsrail’le baş edecek bir askeri gücü olmayan İran bu nedenle “gürültüsü kendisinden daha fazla” olan dünkü saldırıları(!) gerçekleştirebildi ancak.
İran gücü olsaydı, ABD/Batı ile çarpışmayı da göze alabilmiş olsaydı herhalde İsrail’in Meron hava kontrol üssünü, Hayfa deniz üssünü, Palmachim hava üssünü, İsrail ordusunun karargahı olan Kirya’yı, en azından Netanyahu’nun konutunu hedef alırdı. Böyle yapmamakla İran hem “büyük güçlerle” çatışma riskini ortadan kaldırmış hem de İsrail’in, kendisine yönelik eylemlerini yanıtsız bırakmamış oldu.
İran’ı anlamak zor değil. Çünkü saldırı gerçekleştireceği bildirilince uluslararası ortam İran’ı durduracak en önemli girişim olan “İsrail’e özür diletmeyi” başaramadığı için yukarıda söz ettiğim nedenlerden ötürü yanıt vermek zorundaydı. Tahran da tabii ki ABD’li yetkililerin günlerdir İsrail’deki mevkidaşlarıyla yaklaşan saldırı hakkında görüştüğünü biliyordu. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral Michael Kurilla’nın saldırıya hazırlanmak üzere geçen hafta İsrail’i ziyaret ettiğini, Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın da Cumartesi sabahı İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi ile görüştüğünü de.
Yani gerçekten son derece “sıkışmış” bir İran var karşımızda. Dün geceki saldırıyı bu yüzden düşük düzeyde gerçekleştirmesi kaçınılmazdı İran’ın
Bir tahminimi paylaşmalıyım; İsrail’in İran’ın saldırısını “ciddi” olarak değerlendirmesi iki ülke başkentinin ortak tutumuydu kanımca. İki ülke de bir kıvılcımın ateşe dönüşmesini önlemek için “rol” yaptılar. İran, saldırmış, İsrail “saldırıya uğramış” gibi yaparak. İsrail, Hamas’la savaşırken İran’a karşı geniş kapsamlı bir çatışmaya girerse kaynaklarını tüketebilir. “Rol” yapmasının bir nedeni de bu.
Buna rağmen İsrail, “rolü” bırakıp saldırıya uğradığını bahane ederek İran’a karşılık verir mi? Pekala mümkün. Etrafı “varlığını” bile kabul etmeyen komşularla çevrili bir ülke olarak İsrail, o ülke halklarının gözünde zayıf görünmek istemeyebilir.
İran saldırısından önce de zaten İsrail İran’ı da, Hizbullah’ı da vurmuyor mu fırsat buldukça? Bunu sürdürmeye elbette devam edecek.